İnsan oturup düşündüğü zaman hayatın içerisinde yaşanan sıkıntılar, kaygılar, kuru kalabalıkların dışında mutlu hissedebilmek için bir sebep arıyor. Anlık mutlulukların dışında süregelen bir duygu bu aranan. Mesela aşık olmalıyım diyor. Peki bu aşk bir ihtiyaç mı? Aramayla bulunabiliyor mu? Bir otobüse bindiğinde ya da sokakta yürürken birini görüp "aa bu kız çok güzel hemen aşık olmalıyım" demeyle mi aşık olunuyor? Tabi ki bu sorunun cevabı hayır. Aradığın bu insan bu mutluluk bu aşk bir anda çıkıyor insanın karşısına.
Farkında bile olmadan tamamen tesadüf gibi geliyor. Aşk tesadüfleri sever diyoruz ya aynen o misal. Sen doğduktan sonra sanki tanrının al bakalım bu da senin mutluluğun der gibi. Marketlerde kolaların yanında sımsıkı bantlanan promosyon bir bardak gibi. Tamamen promosyon bir mutluluk. Tüm zaman kavramı ortadan kalkıyor. Elinde bir sihirli değnek varmış gibi. En zor sınavlarda geçmeyen zaman, otobüsün gelmesini beklerken geçmeyen bu zaman sanki aynı zaman değilmişçesine su gibi akıp gidiyor onun yanında. Dünyada herkese doğaüstü bir yetenek verilse zamanı durdurabilmeyi isterdim diyorsun onun yanındayken. En büyük düşmanın zaman olup çıkıveriyor karşına.
Değişen sadece zaman olmuyor. Yeni sorumluluklarda yükleniyor insanın üstüne. Başı boş, sürekli koşuşturmaca dolu bir hayatın içinde düzen kurabilmek sana bahşedilmiş en büyük ikram oluveriyor. Tek başınayken her yerde bir anda çift oluveriyorsun. Edi ile Büdü, Tom ve Jerry, Safiye ile Faik gibi oluyorsun tabiri caizse. Ayrı iken tatsız tuzsuz bir şey olup çıkıyorsun ortaya. Pilavsız bir fasulye düşün ya da sigarasız bir kahve.
Çift olmanın en güzel yaşandığı zaman, kış bence. Soğuktan donmuş ellerini tutan birisi oluyor yanında. Ya da habersizce arkandan gelip sırtından içeri kar topu atan birisi oluyor yanında. Ne kadar küfür etsen de sesini çıkaramıyorsun. Bere alırken hem kendine bir tane hem ona bir tane alıyorsun. Soğuktan çatlamış dudaklarına krem alırken, bir tane de ona alıyorsun. Kendine bir bileklik alırken bir tanede ona alıyorsun. Ya da arkadaşların bir etkinliğe çağırdığı zaman seni "iki kişilik yer ayarlayın bana" diyorsun.
İlkbahar geliyor. Ağaçlar tomurcuklanmaya, çiçekler açmaya başlıyor. Dünyanın
her bir köşesinden kırk bin çeşit bitkinin, kırk bininden ayrı kırk bin çiçek
getirseler onun kokusuna değişmem diyorsun. Herkes kendinin sokaklara, dağlara,
bayırlara atarken sen onu hain planlar yapıp eve kilitlemeyi düşünüyorsun. Bu
fikir sana çok cazip geliyor. Bu çiçeği kimse görmesin, kimse koparmasın kimse
sahiplenmesin istiyorsun. Ben odamın balkonunda bakarım o çiçeğe diyorsun.
Çiçeğin suya kandığı kanıyorsun ona.
Yılın her mevsiminde ayrı bir güzel oluyor. Yaz geldiği zaman
istemsizce seviniyorsun. Çünkü geceler kısalmış, gündüzler uzamış oluyor. Gün
içerisinde onunla daha fazla olabilmenin mutluluğunu yaşıyorsun. Özlediğin
zaman altına bir eşofman üstüne bir tişört geçiriyor evinin önüne koşuyorsun.
Aşağıda seni bekliyorum dediğinde inanmıyor önce zile basmakla tehdit ediyorsun
onu bir bahane bulup babasından izin koparıp aşağı iniyor. Seni görüyor
karşısında gözleri fal taşı gibi açılıp boynuna atlıyor. O gülümsediği zaman
sen mutlu oluyorsun. Bunları sen mutlu olmak için değil sırf onun gülümsemesini
görmek için yapıyorsun. Her gün için ayrı bir plan yapıyorsun ikiniz yer
aldığı. Sanki günler yetmeyecekmiş gibi geliyor. Mesela hayal kuruyorsun bol
bol. Bir sahil kasabasında denize sıfır bir ev hayal ediyorsun. Evin içerisinde
eşyalar şöyle olsun böyle olsun demeden önce ağzından ilk "bu ev bizim
olsun" çıkıyor. Gece yanında yatışını hayal ediyorsun. Yaz sıcağında
evdeki bütün pencereleri açıyorsun. Yatağın solunda bulunan pencereden,
denizden gelen yosun kokusu vuruyor gecenin bir yarısında. Solunda yatıyor o
da. Yosun kokusu onun kokusuyla karışıp burnuna geliyor. Üzerinde sadece bir
nevresim var. Yanında da o. İlk bebeğini dünyaya getirmiş bir anne gibi mutlusun
onun yanında. İlk göz ağrım diyorsun sımsıkı sarılıyorsun, annenin yavrusunu
koruduğu gibi koruyorsun onu kollarının arasında. Bebek kadar masum uyuyor
yanında. En çokta kokusu huzur veriyor sana. Yeni doğmuş bir bebek gibi
kokuyor. Onu öperken koklayarak öpüyorsun. Annenin bir parkta çocuğunu telaşla
koruyup kollaması gibi koruyorsun onu dışarıda.
Sonbahar gelip çattığında. Bütün o çiçekler solduğunda. Ağaçların yaprakları
döküldüğünde. Her yer kahverengi giysiye büründüğünde. Onun geçtiği bütün
sokaklar, caddeler gözünde yemyeşil oluyor. Bütün o solgun renklerin yanında
ışıl ışıl parlayan yeşilinden, sende nasibini alıyorsun. Onunla beraber
yağmurlu günlerde çıkıp yürüyorsun. Sırılsıklam oluyorsun belki, belki donuna
kadar ıslanıyorsun ama yanında o var. Sen zaten sırılsıklam olmuşsun onunla.
Yağmur, kar, fırtına hafif geliyor onun gözlerinin yanında. Ne kadar
delikanlıyım dersen de, gözlerine bakınca eriyip bitiyorsun. O delikanlıdan
eser kalmıyor karşısında.
Bana bu tesadüf ne zaman gelecek diye düşünme. Ya da onu aramaya çıkma. Benim
tavsiyem oluruna bırak. Ama bir söz var kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş.
Aşkı bir giysi gibi görüyorum ben. Ve bu giysi bana hep bir beden büyük. Olsun
büyük olsun seneye de giyerim diyorum ama o sene bir türlü gelmiyor. Daha çok
vaktim var önümde acele etmiyorum. Bende promosyon mutluluğumu bekliyorum. MFÖ'
den Sarı Laleler' i dinleyip bir sigara yakıyorum ve beklemeye devam
ediyorum.
Ç.G.
13.04.2015